O’nu ilk kez 1971 yılında, gönül verdiğim kızın annesi olarak tanıdım. Klasik değerlere göre makbul bir damat adayı değildim. Henüz üniversite öğrencisiydim, duruşmaları süren üç siyasi davada yargılanıyordum ve ailem varlıklı değildi. Bu olumsuzluklara karşın, ‘birbirini seven eşler her türlü güçlüğü yener’ diyerek, evlenmemize destek verdi ve benim de annem oldu.
Kırşehir‘in Mucur ilçesinde, 1925 yılında dünyaya gelmişti. O günlerin koşullarında yalnızca ilkokulu okuyabilmişti. Evlenme çağına gelince, komşusunun memur olan oğluyla hayatını birleştirip Ankara‘ya yerleşmişti. Tek memur maaşıyla, büyük sıkıntılara katlanıp ikisi kız, ikisi erkek dört çocuk yetiştirdi. Çocuklarının hepsi üniversite mezunu oldu ve sevdikleri insanlarla yuva kurdular. Onların öğretim üyesi, bürokrat, bankacı olarak başarılarını gördü ve her mutlu gelişmede Tanrı’ya şükürler etti.
Gerçek bir dindar, aydın, Atatürkçü cumhuriyet kadınıydı. İbadetini hiç aksatmazdı. Çocuklarına ve torunlarına hiçbir dini baskı uygulamaz, yalnızca örnek olmaya çalışırdı. Hepsi üniversite mezunu olan yedi torununun anneannesi ve babaannesi olarak, onların büyütülmesine ve dürüst insanlar olarak hayata atılmalarına büyük katkılar sağladı. Torunlarının çocuklarını gördü, onların başarılarıyla mutlu oldu. Çevresindeki her yakını, ondan manevi destek bekler, O’nun sevgisine, duasına muhtaç olduğunu hissederdi. Bir sevgi odağı olarak, yaşamının son dönemlerinde tüm çocukları ile komşu olmuştu.
Dini konularda daha da aydınlanmak için Prof. Yaşar Nuri Öztürk‘ün televizyon programlarını izlerdi. O’nun yönlendirmesiyle, Türkçe Kuran okumaya başladı ve defalarca hatim indi. Hem iyi bir dindar hem de iyi bir insan olarak elinde avucunda ne varsa paylaşırdı. Yıllarca ÇYDD aracılığı ile öğrencilere burs verdi, kurban parasını Mehmetçik Vakfı‘na bağışladı, tutamadığı oruçların kefareti için çevresindeki yoksullara yardımda bulundu.
Politikayla yakından ilgilenir, radyo-televizyon haberlerini izlerdi. Evine her gidişimizde günlük gazete götürürdük. İlhan Selçuk‘u, Ahmet Taner Kışlalı’yı, Mustafa Balbay‘ı, Emin Çölaşan‘ı, Bekir Coşkun‘u çok beğenirdi. Son zamanlarda Yılmaz Özdil‘in hayranı olmuştu. Okuduklarını çevresiyle tartışır, değerlendirirdi. Seçim zamanlarında teyakkuz haline geçerdi. Propaganda konuşmalarını dinler, eleştiriler yapar, hasta bile olsa mutlaka oyunu kullanırdı. Bir gün evinin kapısında, sağ partilerden birinin propaganda broşürlerini getiren başı açık bir kadını paylamış, ona “Kızım sen bana akıl satmaya gelmişsin amma, bu açık kafayla bu broşürleri dağıttığına göre, akıl önce sana lazım” demişti.
Çok hastalıklar atlattı, bilinci ve iradesiyle tüm hastalıkları yenmeyi başardı. Bu konuda şansı da yardım ediyordu; çünkü oğlu, gelini, yeğenleri, torunları doktordu. Çok iyi hastanelerde, uzman hekimler eliyle tedavi görüyordu. Kimi zaman, ‘uzun yaşamak insanı yoruyor, ama Allah’ın verdiği ömrü sürüyoruz ne yapalım’ anlamında şikâyet ederdi. Ben de ona, ‘Anne, Allah sizi öbür Müslümanlara örnek olsun diye böyle uzun yaşatıyor,’ derdim. Şimdi o örnek Müslüman, örnek insan aramızda yok. Şifa dağıtan ellerin tüm çabalarına karşın kaderin önüne geçilemedi, Huriye Annemiz defalarca La ilahe illallah diyerek sonsuzluğa göçtü. Babamız Muzaffer Ekim gibi, anıları belleğimizde, sevgisi kalbimizde yaşamaya devam edecek.